Uluslarası Holokost  Kurbanlarını Anma Töreni - Bilkent Üniversitesi Konser Salonu- 27 Ocak 2015

Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh'in Konuşması

Stella 1930'ların başında Leon ile evlenerek Paris'e yerleşti. Çocukları Nelly ve İrene Fransa'da doğdular. Nazilerin istilası ile hayatları bir anda değişti.Fransa vatandaşı olan Leon 1940'ta iki kardeşiyle Drancy'e, çalışma kampına yollandı.

Stella'nın Türk vatandaşlığı da olduğundan ona dokunmadılar. Kızlarıyla çok zor şartlarda Paris'te Leon'un dönüşünün özlemiyle yaşamaya devam etti. 1944'te Almanlar savaşı kaybedeceklerini anladıklarında hangi ülkenin vatandaşı olduklarına bakmadan tüm Yahudileri toplama kamplarına sevk etmeye başladılar.

Türk diplomatların yardımı ile çocuklarını Türk pasaportuna kaydettirebilen Stella,  son anda Türk Hükümetinin yolladığı "Doğu Ekspresine" binerek Auchwitz yerine İstanbul Balat'ta yaşayan kız kardeşi Roza'nın evine yerleşti.

Savaşın bitimiyle 1946'da geri döndüler ve bir şekilde Drancy'den kaçabilen ama bir kardeşini de Auchwitz'de kaybeden babalarını da buldular. Bastırılmış hatıraların gölgesinde yaşamaya devam ettiler.

Anneannem Roza'nın kız kardeşi Stella'yı, çocukları Nelly ve hikâyesini telefonda 15 gün evvel gözyaşları ile ilk defa anlatan büyük halam Irene'le birlikte birçok Yahudi'yi büyük bir özveri, sorumluluk ve inisiyatif kullanarak kurtaran diplomatlarımıza teşekkür ediyor, hepsini saygı ile anıyorum.

Gene aynı dönemde maalesef aynı şekilde bir sorumluluk, özveri ve inisiyatif gösterilememesi sonucu ölümün karanlığına terk edilerek batan Struma ve diğer gemilerin yolcularının anılarının önünde de saygı ile eğiliyorum.

Tohumları 1925 yılında gene antisemitizm zehrinin verildiği ‘Kavgam' kitabı ile atılan, dünyanın tepkisiz kaldığı Kristal gece ile yaklaşmakta olan felaketin son alarmını veren,                

11 milyonu gaz odalarında 55 milyon insanın savaşta ölümü ile vahşete dönüşen ve sonrasında şekil değiştirerek, korku ve paranoyanın insanlığı esir aldığı soğuk savaşın Berlin duvarının yıkılmasıyla bittiği tarihinin en karanlık döneminden 70 yıl sonra bugün yaşananlardan ders almış olarak yarınlarımızın önünde durabiliyor muyuz?

Bu topraklarda  "Holokost" yaşamamış bir ailenin çocuğu olarak şükrederken, burada bu salonda yaratılmış olan birlikteliğin kuvvetine rağmen, neden halen o günleri yaratan söylemlerin, ithamların, provokasyonların bugünlere uyarlanmış olan şekillerinin korkusu ve tehdidini de hissederek konuşmamı yapıyorum?

Yaşadığımız acı gerçekleri sofistike yöntemlerle çözmeye çalıştığımızı zannedip çözümsüzlüğe iterken, davalarımıza birer mağdur yaratıp taraftar toplayarak hakiki mağduriyetleri tek taraflı yaklaşımlarla suçun sebebi haline getirdiğimizde daha derin acılara yol açıp inançlarımıza ve insanlığa daha büyük zararlar vermiyor muyuz?

Toplumsal sorunlarımızı ve hatalarımızı görmekte öncelikle özeleştiri yoluyla ilerleyip  hepimizin özlemi olan özgürlüğün ancak onu en etik şekilde tanımlayabildiğimiz, özgürlüğün istediğimiz her şeyi yapmaya özgür olduğumuz anlamına gelmediğini, ancak farklılıkların hassasiyetlerinin sorumluluğu ile özgürlüğün özgür olabileceğini ve bunun yalnızca eğitim ile sağlanıp, güçlünün adaleti ile değil, adaletin gücü ile korunabileceğinin farkındalığını neden bu kadar çabuk kaybettik?

Ekonomik anlamda globalleşip, iletişim alanında bütünleşirken, neden en önemli ortak paydamız olan "Etik özgürlüğe" aynı değeri veremedik?

Hâlbuki biz semavi inançların mensupları hepimize bu yolda örnek olmuş, bu yolu dünyamıza kazandırmış olan Hazreti İbrahim'in, bizim onu bildiğimiz şekliyle "Avraham Avinu"nun  ‘'Avraham babamızın''  çocukları değil miyiz?

Bütün hayatını insanlığa sevgi dağıtmaya adamış olan Hazreti İbrahim'in ve onun Tanrı'sının dünyasında Holokostlar yaşamamak ve yaşatmamak için biz çocuklarına verecek bir mesajı yok muydu?

Öğretimiz bizlere Avraham Avinu'nun tarihin en tehlikeli diktatörlerinden biri olan Nemrut'un zamanında yaşadığını anlatır.

Hırslarının mutlak doğrusu peşinde Yaratanı yok etmek üzere totaliter bir dünya hedefleyen Nemrut'a, Tanrı daha ilk anda bizzat müdahale ederek hayali vaatlerle beyinleri yıkanmış, özgür iradelerini kaybettiklerinin farkındalığını yitirmiş insanların zihinlerine etki yaparak düşüncelerini farklılaştırmış, hatta aralarında birbirlerini anlayamayacaklarında bulunduğu topluluklar haline getirerek insanlığı kurtarmıştır.

Böylece Yaratan bizlere bir taraftan insanlığın varlığını tehdit edecek oluşumlara karşı en etkili ve en hızlı şekilde önlem alınması gerekliliğini öğretirken diğer taraftan da farklı olanların aralarında her zaman mutabakat olmasa da, her şeye rağmen birbirilerine sahip çıkmaları gerektiğinin mesajını vermiştir.

Nemrut'a karşı durabilmiş tek insan olmasına rağmen Tanrı'sının varlığının yolunda ilerlemek için yola çıkan ilk insan olan Hazreti İbrahim'e de öncelikle kendi nefsine yapacağı bir yolculuk emretmiştir.

Kendisini sorgulayarak, özeleştiri yoluyla iç huzuruna kavuşabildiği,    önyargılarını yıkabildiği, hoşgörüyü bir hayat yolu olarak içselleştirebildiği sürece kollektif bilincinin üzerindeki yaratanına ulaşabileceğini Avraham Avinu'ya söylemiştir.

Bu yolda yürüyen Hazreti İbrahim kim olursa olsun yabancılara her zaman kapılarını açarken, onlara hiç bir zaman yabancı olduklarını hissettirmemiş.

Sodom gibi ahlaki değerleri kaybolmuş bir şehri yok etmemesi için Tanrı ile tartışmış, şehirde 10 tane dürüst insan bulunamamasının şehri yok etme sebebi olmasının acısını yaşamış.

Tanrısı kendisinden oğlunu O'nun adına kurban etmesini istediğinde bir an bile tereddüt etmemiş ve hayatın en büyük dersini de Tanrı'sının ona çocuklarımızı Tanrı'ya dahi kurban etmemizi istemediğini, ancak içimizdeki ‘'ego''larımızı kurban ederek çocuklarımıza yaşamı seçecekleri bir dünya teslim etmemiz gerektiği mesajı ile almıştır.

Bizler de onun yolundan giderek dünyamızda halen eksikliğini yaşadığımız sevgi ve anlayışı getirebilmek için öncelikle inançlarımızın içinde yarattığımız karanlık melekleriyle mücadele edebilmeli ve yaratanımızın kendi içinde mekân açarak yarattığı insanlığa aynı farkındalıkla yer açabilmeliyiz.

Semavi inançların temsilcileri bizler cehalet yerine fırsat eşitliğini ve evrensel etik değerleri,

Sahip olduklarımızın çokluğu ile değil ancak paylaşabildiklerimizin zenginliği ile saygın bireyler ve toplumlar olabileceğimizi, her ne şart olursa olsun savaşı bir seçenek olarak görmek yerine barışın bekçiliğini yapan toplumlar yetiştirmemiz gereken bu hayat yolunu en küçük yaşlardan, en geniş sınırları ile aynen burada rahmetle anmak istediğim Sayın İhsan Doğramacı'nın örnek olduğu gibi eğitim sistemimizle de bütünleştirerek yaşam hedefimiz haline getirebilmeliyiz.

Böylelikle gaz odalarında yok edilen Yaratan'ımızı tekrar yaratabilir ve O'nu içimizde yaşatabiliriz.

Biz Avraham Avinu'nun çocukları, büyük acılar yaşamış olsak da,

Mutlak olanın doğrusunu aramaya, dünyamıza barış, anlayış ve kardeşlik gelene kadar hatalar da yapabileceğimizin bilinciyle devam edeceğiz.

Holokost'a ve insanlığın yaşamış olduğu tüm acılara verebileceğimiz en iyi cevap ta yarınlarımıza, çocuklarımıza yaşanmış olanları yaşatmamaktır.

Onun içindir ki Holokost'u unutturmamalıyız

ve en önemlisi yaşananları yaşattırmama sorumluluğunun elimizde olduğu gerçeğini hiç unutmamalıyız...

Bunu da başarabileceğimize hem inanıyoruz hem de biliyoruz, yeter ki farklılıklarımızın zenginliği ile birbirimize sahip çıkalım ve el ele tutuşup birlikte yürüyebilelim.

Hepsinin anıları önünde saygı ile eğiliyorum.