Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh'in International Holocaust Remembrance Alliance, Kadir Has Üniversitesi "Holokost- bir insanlık sorunu" panelindeki  konuşması - 7 Ekim 2015

Sayın Büyükelçiler, Konsoloslar  Akademisyenler

Sayın Hahambaşımız, Değerli misafirler

Sevgili öğrenciler,

Macaristan elçiliği ve konsolosluğu ile birlikte bu etkinliği düzenleyen Kadir Has Üniversitemize teşekkür ederiz.

Türk Yahudi Cemaati'nin bir temsilcisi olarak, bir konuşma yapmak üzere buraya davet edilmiş olmamın verdiği imkanla, sizlerle nasıl ve neden ölüm sonrası bir hayat yaratmayı, niye yeniden doğuşu seçtiğimiz konusundaki kişisel, pek de akademik sayılmayacak olan düşüncelerimi,  Yahudi bir bakış açısıyla paylaşmak isterim.  

Holokost'tan 70 yıl sonra, halen bugün, yarattığı darbeyi hafızalarımızda,  acısını ise kalbimizde hissediyoruz.

Zihinlerimize kazınarak bizleri boyunduruğu altına almış olan insanlık tarihinin bu en korkunç felaketinin karşısında, Holokost’a yanıtımız ne olmalıydı?

İshak, "insanlık” gaz odalarında kurban edilirken, bizler ölüm sonrası bir hayatı nasıl yaratabilirdik?

Ulusların kefaretini temel almayan, acılarımıza merhamet ihtiyacı yarattırmayan bir ahireti nasıl yaratabilir, İshak’ın babası Avraham Avinu’nun - Hz. İbrahim’in 4,000 seneye dayanan varoluşsal mesajını yeniden hayata geçirecek olan onurlu bir geleceği nasıl canlandırabilirdik?

Merhametli ve Şefkatli Tanrı'mızın sayısız mucizelerine tanık olmuş olan bizler, bu tanıklığa inanmaktan asla vazgeçmeden, İyov'un – Hz Eyüp’ün Tevrat'taki:

"Beni katletse bile ben O'na güveneceğim," sözlerine mi sıkı sıkıya sarılmalı mıydık, yoksa Iyov'un karısının:

"Tanrı'yı lanetle ve öl," nasihatine kulak verip, kendimizi dünya uluslarının ve kültürlerinin sularına bırakarak, yeryüzünden sonsuza dek kaybolup gitmeli miydik?  

Bu ikilemle mücadele ederken fark ettik ki, her ne kadar hepimiz Auschwitz’te ölmüş olsak da, inancımız hayatta kalmış.

Anladık ki, inancımızı ve Tanrı'yı inkâr ettiğimiz takdirde, Holokost’un amacına hizmet edeceğiz ve daha da kötüsü, bunu Naziler'in yerine kendimizi koyarak yapacağız.

Ancak böylelikle, yeniden cehennemin karanlığında çocuklarımız için umut dolu mesajlar yaratabilecek kıvılcımları bulduk.

Şimdi, böylesine değerli bir izleyici kitlesinin huzurunda, aramızda bulunan Musevi lisemizin çocuklarına, birkaç gün sonra 13 yaşına basacak olan oğluma ve bizi "Periscope" sayesinde izleyebilen kızıma bu mesajı aktarmaya çalışacağım:

"Varlığımızın mirasları sevgili çocuklarımız; inancımız ve fertleriyle ilgili en önemli gerçeklerden biri, tarihimizin yaşadığımız trajediler yüzünden çok sayıda yara almış olduğudur, ancak bu süreçte bizler, hiç bir zaman karanlıkların içinde dahi yaşama sevincimizi ve yaşama olan bağlılığımızı kaybetmedik, sürgünlerde bile Tanrı’mızın şarkılarını söyledik.

Bizim inancımız, kadere razı olmayı kabul eden bir inanç değildir.   Risk almayan bir hayat tarzını da seçmedik.

Başarısızlıklar ve yenilgiler yaşayabileceğimizi biliyoruz, ama aynı zamanda bu başarısızlıkların ve yenilgilerin üstesinden gelebileceğimizi de biliyoruz.

Bunu ancak yaşamı arzulamaya devam ettiğimiz, yaşamayı seçtiğimiz, yaşamın kutsiyetini korumayı sürdürdüğümüz ve yaşamın bizlere Yaradan’ımızın armağanı olduğunu, bazen Tanrı’mıza en çok ihtiyaç duyduğumuz anlarda dahi sessiz kalabileceğini kabul ettiğimiz takdirde başarabiliriz.

Bu, bizi biz yapan gerçeğin çok önemli bir parçasıdır.  İnsanoğlunun çektiği tüm acılara, yalnızlıklara, zorluklara ve ayrımcılıklara rağmen, asla hayata olan inancını kaybetmemesi öğretimizi, bugün burada, sizlere aktarabilmenin ayrıcalığını yaşıyorum.

Yaşamın içinde hiçbir şeyin mutlak garantisi olamayacağının bilincinde olarak, yaşama olan tutkusundan vazgeçmeyen bir toplum, sonunda asla kaybetmeyecektir çünkü böyle bir toplumun ne ruhu, ne de umutları yok edilebilir.

Siz sevgili çocuklarımıza ve tüm insanlığa vermeye çalıştığımız mesaj budur ve onun içindir ki "Holokost karanlığının acı anıları, koşullar ne olursa olsun yolumuzu aydınlatmalı ve bugün hâlâ acı çekenlere umut ve hayat vermesi için, bu ışığı sürekli olarak canlı tutmalıyız."

 Çocuklarımıza vermeye çalıştığımız mesajın ötesinde, gerçekleşmemiş hayalleri ve yok edilmiş idealleriyle, II. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasından 21. yüzyıla varmış olan bizim neslimizin, Holokost’un insani mesajını içtenlikle kavradığını söyleyebilir miyiz?  Bugün “Bir daha asla” diyebilen bir dünyada yaşıyor muyuz?

Ne yazık ki insanlık, varlığını yerle bir etmiş olan bu felaketi henüz tam anlamıyla kavrayamadı.

Aslında anlamış gibi görünüyoruz: konuşuyoruz, çalışıyoruz, öğretiyoruz, öğreniyoruz; ancak acılar ve ıstıraplar her zamankinden daha canlı, ve bizler, bunca acı ve ıstırabın karşısında hâlâ sessiz kalabiliyoruz, üstelik imkânsızın dahi imkansız olamadığı bir çağda. 

 Konuşmamı genç bir adamın sözleriyle bitirmek istiyorum…

"Cezalandırılmak için her türlü sebep yeterliydi.

Tıraş olduğumu görseler, beni cezalandırırlardı.

Kot pantolon giydiğimi görseler, beni cezalandırırlardı.

Bir keresinde, içlerinden ikisi bizim dükkâna geldiler ve sakalımın neden uzamış olduğunu sordular. Onlara işe geç kaldığımla ilgili bir mazeret uydurmaya çalıştım, ama bana:

"Bizimle gel," dediler.

 Onlara beni affetmeleri için yalvardım, ama beni bir hâkimin karşısına çıkardılar veüç gün ağır hapis cezasına çarptırdılar.

 Yine geleceklerini ve beni her istediklerinde tutuklayacaklarını söylediler.

Evimize geldiklerinde, kaçıp gizlendim, bu yüzden de benim yerime komşularımızı aldılar, hepsini birden.

O gün evlerinden alınan herkes, bizi kurtarmak için bombardıman uçuşu yapan uçaklar tarafından öldürüldü.”

Bu bir Holokost anısı değil, içinde yaşadığımız günlere ait sayısız hikâyeden sadece bir tanesi; bir mültecinin öyküsü.…

Holokost'un öğretilerini kavramaya çalışırken, günümüzde çekilen acılara duyarsız kalmadığımızdan ve acılar sırf kendi huzurumuz açısından bir tehdit oluşturmaya başlayıp, kapımıza dayanıncaya kadar beklemediğimizden emin olalım.

Teşekkür ederim